Tarih boyunca eylemlerimiz üzerinden çağların isimlendirilmesine tanık olduk. Avcı-toplayıcı dediğimiz dönemde eylemimiz adından da anlaşılacağı üzere bir avın peşinde koşmak, yenilebilir olan otları toplamaktı. Asırlar boyunca bu eylemler sürekli olarak bir yerden başka bir yere göçmeyi, coğrafi şartlara adapte olmayı gerektirmişti.
Daha sonra insanoğlu tarımı buldu. Tarım ile beraber insan yaşam skalasında bir seviye daha atlamış oluyordu. Tarım toplumunun bir ferdi olarak yaşayan insanlar artık göç etmek zorunda değildi. Güneş onlar için saatin ta kendisiydi. Sabah kalkılıp tarım işleri ile uğraşılacak, gece yatılacaktı. Bu dönem aynı zamanda mülkiyetin de doğduğu dönemdir. Belli bir araziyi ekip biçen insanlar orayı aynı zamanda sahiplenirken, oraya girecek yabancılarla da mücadele ediyorlardı artık. Tabi ailelerin, aşiretlerin, bir araya gelmesi yönetim arayışını, güvenlik arayışını ortaya çıkarırken, devlet dediğimiz mekanizma da artık doğmaya başlıyordu.
İnsanoğlunun bir sonraki aşaması ise sanayi devrimi oldu. Artık sanayi toplumunun fertlerinden bahsetmek mümkündü. Daha dakik, daha net, siyah-beyaz ayrımının keskin olduğu, mekanik bir insan modelinin doğuşuydu bu aynı zamanda. Fabrikalar kurulmalı ve daha önemlisi işçiler olmalıydı. Okullar buna göre dizayn edilmeliydi. Ki zorunlu eğitim de bu dönemin bir ürünüydü. Amaç sanayiye insan yetiştirmekti. İnsan yaşamının ciddi oranda değiştiği bir dönem olarak sanayi toplumu evresi savaşların sertleştiği, devletlerin gücünün daha çok hissedildiği, bireyin özgürlüklerinin son derece kısıtlı olduğu bir evre olarak kabul edilebilir. Zira günde 12 saat çalışan insan en az 6-8 saatini uykuya ayıracak kendisine sadece 4-6 saat gibi bir zaman kalacaktı. Üstelik iş yorgunluğu dikkate alındığında; kalan saatlerin de ertesi gün daha verimli çalışabilmek için dinlenmeye gideceği aşikardı.
Peki, bugün hangi çağdayız? Bizden sonraki nesiller muhakkak bu soruya çok daha net cevap vereceklerdir, ancak bugün bu konuda ciddi bir muğlaklık olduğu gerçek. İçinde yaşadığımız çağ için ilk başlarda milenyum çağı denildi. Sadece 2000’li yıllarda yaşamaktan kasıtla söylenen bu tanım çok sığdı. Onun dışında içinde bulunduğumuz çağ için kullanılan tanımlardan bazıları şunlar: Uzay Çağı, Bilgisayar Çağı, İnternet Çağı, Küreselleşme Çağı, Kaos Çağı. Bu ve benzeri tanımları genişletmek son derece mümkündür. Zira içinde bulunulan çağda yaşanan pek çok olay yukarıdaki çağ isimlerinin her biri için kullanılabilmektedir.
Örneğin küreselleşmenin bugün her ne kadar 2000’lerin başı gibi olmasa da ekonomik açıdan etkisi hızla artmaktadır. Kaos çağına örnek ise yaşanan savaşlar, pandemi gibi örnekler verilebilir. Ancak bu çağlar içinde kuşkusuz en önemli tanımlamalar bilgisayar ve internettir. Zira dünyanın gittikçe dijitalleştiği noktada yeni evrenlerin kurulduğuna tanık oluyoruz. Sosyal medyada kurulan arkadaşlıklar, fotoğraf paylaşma ve beğeni alma çabalarımız, tüm işlemlerimizi bir telefon ile halleder hale gelişimiz, sanal marketler, online toplantılar ve dahası…
İçinde bulunduğumuz çağ bireyin kimse ile irtibat kurmadan, gerçek manada sosyalleşmeden, tek başına yaşadığı bir dönemi temsil ediyor. Avcı-toplayıcı atalarımızın sürekli göç halindeki yaşamının bugünkü karşılığı evden, hatta odadan dahi çıkmadan tüm isteklerimizi gerçekleştirme noktasına gelmiş durumda. Bu sebeple sosyal bir varlık olan insanın bu asosyal yapıdaki dünyada içinde bulunduğu çağı tarif etmesi de son derece güç gözükmektedir. Zaten zamanın akışında, yaşanılan çağın birer öznesi iken dışarıdan bakıp da anı yorumlamak kolay yapılabilecek bir şey değil. Bu sebeple içinde bulunduğumuz çağ ile ilgili söyleyebileceğimiz tek şey “Ne Menem Bir Çağ Bu?” olacaktır sanırım…
Dr. Uğur Çelik