Şiirle yetişen matematikçilerdik
Tiyatro Kulübü Başkanı olduğu Üsküdar Kız Lisesi’nde okurken sadece kızların rol aldığı bir piyes bulup sahneye koymakta güçlük çektikleri için kendi kaleme aldığı 3 perdelik tiyatro oyunuyla yazarlığa adım atan ve Türkiye’nin önemli olaylarına gazeteci ve siyasetçi olarak tanıklık etmiş gazeteci, yazar, siyasetçi Sibel Eraslan bu sayımızda konuğumuz oldu.
Sibel Hanım merhaba, Çekmeköy 2023 okuyucularımız için kendinizden kısaca bahseder misiniz?
1967’de Üsküdar’da doğdum. Üsküdar Kız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Lisede Tiyatro Kulübü başkanıydım, kaleme aldığım 3 perdelik tiyatro oyunu ile aktüel yazım hayatı içine girdim. Liseli yıllarımda Türk Edebiyatı Dergisi’nde şiirlerim yayımlandı. Üniversitedeyken arkadaşlarımızla çıkarttığımız Teklif Dergisi’nde hukuk ve siyaset yazmaya başladım. Hak ve hürriyet arayışlarında aktif inisiyatiflerde görev aldım. 1998’de Akit gazetesinde başlayan köşe yazarlığım 2011’den bu yana Star gazetesinde devam ediyor. Kırklar, İtibar ve Muhit edebiyat dergilerinin yazarıyım, yayın danışmanıyım. Hikâye dalında 2015 Necip Fazıl Kısakürek Kültür-Sanat Ödülü’nü aldım. 2017, Malezya Dünya Müslüman Kadınlar Zirvesi Edebiyat Ödülünü aldım. Eserlerim; Arapça, İngilizce; Boşnakça, Arnavutça ve Malayca’ya çevriliyor. Çekmeköy Belediye Başkanlarından Av. Sıddık Eraslan ile evliyim ve birisi müzisyen, birisi mühendis, birisi hekim, üç oğlum var.
Eserlerim:
Romanlar Siret-i Meryem,
Çöl/Deniz, Hz. Hatice,
Nil’in Melikesi, Hz. Asiye
Canfeda Hz. Fatıma
Aişe
Zemzem’in Annesi, Hz. Hacer
Saklı Kitap,
Hikâyeler Osmanlı Sarayında Kadın Sultanlar
Balık ve Tango
Parçası Benden
Babam İçin Beyaz Bir Kuğu
Rumeli Rüzgarı, 4 Defter
Şehir Kitabı Şile, Bir Deniz Kızı
Biyografi Hz. Fatıma, Can Parçası
Üsküdar Kız Lisesi’nde okuduğunuz yıllar bir bakıma yazarlığa ilk adım attığınız yıllar oluyor. Bu adımı atmanıza vesile olan olay ne oldu?
Edebiyat öğretmenimiz Ayla Ağabegün Hanım, Türk Edebiyatı dergisi yazarlarındandı. Ahmet Kabaklı hocamızın başkanlığını yaptığı Türk Edebiyatı Vakfı’nın geleneksel Çarşamba sohbetlerine götürürdü bizleri. Rahmetli Necip Fazıl’lar, Cemil Meriç’ler, Erol Güngör’ler, Mehmet Kaplan’lar, Osman Yüksel’ler, Samiha Ayverdi’ler, Münevver Ayaşlı’lar bizim o sohbetlerde dinlediğimiz, edep, erkan öğrendiğimiz yıldızlarımızdandı. O vakitler edebiyat muhitleri aynı zamanda kültürel muhitlerdi. Yani konuşma, oturma, kalkma, sosyal yaşamdan, nezakete dayalı şehir hayatından, kültürel doygunluğa kadar o muhitlerde yetişirdiniz. Lisemiz kız lisesi olduğu için, sadece kızların rol aldığı bir piyes bulup sahneye koymakta güçlük çekerdik. Sonunda oturup ben yazmıştım.
“Beni Kim Sevecek?” adlı üç perdelik bir oyundu, tiyatro kulübü olarak sahneye koymuştuk. O oyun pek çok arkadaşımı sanata yöneltmiştir. Kulüpteki arkadaşlardan, tiyatrocu, müzisyen, heykeltıraş, mimar olan arkadaşlar oldu. Bense yazıda sadık kaldım... Türk Edebiyatı dergisi ve Türk Edebiyatı Vakfı, biz genç edebiyatçıların yetiştiğimiz bir muhit görevi görüyordu...
Hukuk Fakültesi’ne derece ile kayıt olmuşsunuz. Hukuk Fakültesinde okumak sizin tek tercihiniz miydi?
İstanbul Hukuk Fakültesine eşit ağırlık dalında Türkiye 5'incisi olarak girdim. Babamın gençlik hayaliydi Hukuk Fakültesi. Askeri okulda okurken hep hukuk öğrencisi olmayı düşlermiş. Ben onun idealini küçük yaşta benimsemiştim. Matematik bölümü öğrencisiydim aslında. Ama kültürel ve edebi faaliyetlerimiz de yüksekti. Bu biraz da bizim Üsküdar Kız Lisesi ile ilgili bir durumdu sanırım. Şair Dilaver Cebeci de öğretmenlerimiz arasındaydı mesela. Yani biz şiirle yetişen matematikçilerdik. Hukuk fakültesinde de çok değerli hocalarımız oldu. Prof. İsmet Sungurbey, dünyaca ünlü bir hukukçuydu, Alman yüksek yargısı görüşlerine başvururdu mesela. Prof. Salamon Kaneti de dünya çapında bir entelektüeldi. Prof. Vecdi Aral gibi bir bilgeden felsefe okuduk, Prof. Selçuk Özçelik’ten esas teşkilat okuduk ki kendisi Prof. Schwarz’ın en gözde talebesiymiş. Ceza Hukukunu Ordinaryüs Prof. Sulhi Dönmezer’den okumuştuk, ihtiyar kurt derdik... Türk dili dersimize, Prof. Muharrem Ergin beyefendi girerdi, en ön sıradan dinlerdik derslerini. Lisede ve Üniversitede, öğretim kadrosu bir gencin yetişirken besleneceği en büyük hazinesidir. Eşim de İstanbul Hukuk Fakültesi mezunudur, o 1979’da, bense 1989’da mezun olduk.
Neredeyse tamamı Müslüman kişilerin yaşadığı bir ülkede, geçmişte başı örtülü diye kadınların birçok yasağa maruz kaldığı dönemler yaşadık. Tam da bu dönemde Hukuk Fakültesi son sınıfta örtünmeyi tercih ettiniz. Bunun sonucunda hayat akışınızda büyük değişiklikler yaşadınız. O zamandaki yaşadığınız zorlukları ve duygularınızı o günleri yaşamayan gençlerimiz için biraz anlatır mısınız?
Aslında bu bir hidayet öyküsüydü. Benim için tesettür yani Müslüman hanımların başlarında taşıdığı örtü, güneş gibi bir şeydi. Yani Allah’ın yüce hatırını tutan hanımlara alçakgönüllük bahşettiği bir andı örtünmek. Yakınlaşmak için örtü, mahcubiyetle örtü... Bir şeylere yakınlaşacağımı hissediyordum. Hz. Hatice’nin, Hz. Fatıma’nın örtüsüydü, onlardan ışıklar taşıyordu. Yani ruhum ve kalbim, tesettürlü olmaya can atıyordu, bir şey beni kendisine çekiyordu. Çok merhametli bir kanadın altına giriyordum sanki. Sıcak, güvenli, korunaklı olduğu kadar, onur bahşeden bir durumdu tesettüre girmek. Düşünsenize, Allah’ın ayetlerini başınızın üzerinde taşıyorsunuz... Düşünüyorum da iyi ki örtündükten sonra başıma gelecekleri hiç hesap etmemişim. Zaten sevmekte, hesap etmek yoktur. Sonrasında sabırlı bir duruş, ayakta bekleyiş, arkadaşlarımızla dayanışma, çok okuma, çok zikretme, çok dua, çok ümit gelecekti... Yani evet çok karanlık vardı, yasaklarla çevreliydik. Ama bizden evvelkilerin de başından çok ağır şeyler geçmişti de onlar vazgeçmemiş, sabırla dayanmışlardı. Bizim zamanımızın sınavı da buydu sanırım. Hayatımın en değerli yıllarıdır.
Yasaklara karşı bir başkaldırı olarak mı siyasete adım attınız. Çünkü Refah Partisi’nin ilk kurulduğu yıllarda sizi İl Kadın Kolları Başkanı olarak görüyoruz.
Üniversitedeki TEKLİF dergimiz, yazım ve öğrenci faaliyetlerimiz siyasetçilerin de dikkatini çekiyordu. Mütedeyyin kesimin, hanımlar arasında siyaset ve ekonomi yorumu yazan ilk yazarıydım. Sonra bir akşamüstü telefonla bir çay daveti aldım. Daveti yapan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı. Fatih’teki bürolarına gittiğimde, orada başka hanımlarla da tanıştım hepsi de çok sevecen, kibar insanlardı. Onlardan hep sevgi ve dayanışma gördüm. Tayyip beyin başkanlığında, ben de hanımlar komisyonu başkanlığında kadın teşkilatlanmasını yaptık. 1989’du partiye girişim. 1994’te Büyükşehir seçimlerini kazandık. Eşim de aynı yıl Çekmeköy Belediye Başkanlığını kazanmıştı. Tüm dünyanın dikkatini çeken bir başarıydı bu...
28 Şubat döneminin de en yakın tanıklarından biri olarak, unutamadığınız olayları bize aktarır mısınız?
İkna odaları hemen ilk aklıma gelenler. Ve siyasi baskılar... Benim aktif siyaset yaptığım iki parti, Refah Partisi ve Fazilet Partisi bu dönemde kapatıldı. İkna Odaları bu dönemin zulmü resimlerindendir. Ben o dönemde gazeteciydim. Gazeteci olmamı bir bakıma 28 Şubat’a borçluyum. Yazar Yaşar Kaplan 1999’da tutuklandı. Daha doğrusu gözden kayboldu, hastanelerde karakollarda bulamadık. Eşi, bulununcaya kadar nöbetleşe yazdığı köşede yazalım dediydi. Akit Gazetesinde yazmaya başladım. İkna Odalarını, hastanelerde alınmayan Medine Bircan teyze gibi mütedeyyin hanımları, meclisten ve vatandaşlıktan atılan Merve Kavakçı’yı, örtülü oldukları gerekçesiyle üniversiteden atılan hocalarımız Sevgi Kurtulmuş ve Alev Erkilet’i takip ettik. O dönemde Akit Gazetesi çok önemli bir savunma kalkanıydı mütedeyyin kesimlerin mazlumların sesiydi… Hasan Karakaya’nın, Ali İhsan Karahasanoğlu’nun yanında yetiştim bu zorlu günlerde… Benim arkadaşlarım öldü o süreçte… Yurt dışına gidip de dönemeyenler oldu, tabutlarıyla gelenler oldu. 28 Şubat, varlığımıza karşı bir balyoz gibi iniyordu. Cesaretle ve onurla buna direnen arkadaşlarımın hikâyelerini istedim ki tarihe bir ses olarak bırakalım… Saklı Kitap adlı kitabımı arkadaşlarım için yazdım. Hukuk Fakültesinden 1989’da mezun oldum. Ama diplomamı almaya giremedim okula. Başörtüsü yasaktı. Çıkış belgesi, mezuniyet belgesini vekâletname ile alabiliyordunuz. Bununla baroya başvurmuştum. Başörtüsü baroda da sorundu. Diplomamı ise 2017’de alabildim. 50 yaşımda… Ve ilk girebildiğim duruşma da 28 Şubat Davasının duruşmasıdır. 25 yılım hoyratça yasaklanarak, dışlanarak geçti… Ama bu süreçte insan olma onurunun ne kadar aziz olduğunu öğretti günler bana… İyi ki bu asil direnişin hak arama mücadelesinin içinde yer almışım diyorum bugünden bakınca…
Sibel Hanım hukuk eğitimi aldınız dolayısıyla teorik kitaplar okudunuz. Şimdi aynı zamanda bir edebiyatçısınız. Okuduğunuz teorik kitapların şimdiki yazım hayatınıza nasıl bir etkisi var?
Teori bize bir işin ruhu hakkında bilgi verir, bilgi birikimi sağlar ardından bilinç kuruculuğu gelir. Yani hayata bakışınız, vicdanınız, iç hesaplaşmalarınız hep bu teoriler içerisinde gelişir. Bizim yetiştiğimiz günlerde kitap yeryüzünü gözetleyen gözlerimizdi... Duvarları, çitleri, sınırları okuyarak aşıyorduk. Okumak özgürlüktü, kitaplarsa kanatlarımız...
Edebiyat dünyasına yönelmeniz ve edebi eserler üretme süreciniz nasıl gerçekleşti?
İlkokuldan bu yana kısa öyküler yazan birisiyim. Annem her zaman öncüm olmuştur hem okuma hem yazmamda... Evde yazı yazıyor oluşun ayrıcalığını yaşayan bir çocuktum. Okumak ve yazmak evimizde onay bulan makbul işlerdendi. Sanırım edebiyatçının yol azığı çocukluk evinde hazırlanıyor.
Bir yazınızda babanızın hayatınızdaki rolünün çok büyük olduğunu ve bunu öykü yazmaya başladıktan sonra daha iyi anladığınızı yazmıştınız. Ben de bir kız babası olarak bu durumu çok merak ettim lütfen biraz bahseder misiniz?
Evet baba ve hala arketip olarak öykü ve romanlarımda tekrar tekrar okuyucunun karşısına çıkar. Babama olan bağlılığımdandır sanırım. Babam aylarca çıktığı uzun deniz seferlerinden sonra eve gelince hemen konuşamazdı. Çok uzun suskunluklardan sonra, yavaş yavaş açılırdı. Ben onun gözlerinde denizi sakladığını düşünmüşümdür hep.
Ödüllü bir gazeteci - yazar olarak yazılarınıza devam ederken, öykü kitapları da yazıyorsunuz. Son olarak geçen yıl okuyucusu ile buluşan “Ayrılık Üzüntülerin Annesidir” isimli kitabınızdan biraz bahseder misiniz?
Gönlünüzle bakarsanız, her yanınızda ayrılığın hüznünü görürüsünüz, hüzünden yapılmıştır yeryüzü... Dünyaya düştüğü günden beri gözünün yaşı durmaz insanın. Ayrılık, dünyada başımıza gelmiş gelecek diğer tüm üzüntülerin mayasını çalan bir anneye benzer... Bu kitap; kalp atışlarının arasında, öykülerin loş ve buğulu girintilerinden, ayrılık-ölüm-anlam ufuklarına bakarken gözleri kamaşan kelimelerle yazıldı.
Dergiler edebiyat dünyamızda önemli bir yer kaplıyor. Sizin de dergilerde yazılarınız yayımlanıyor. Ancak pek çok dergi yayım hayatını sonlandırdı veya sonlandırmak zorunda kaldı. Dergilerin yayım hayatlarını sonlandırması, dergicilik ve edebiyatımız hakkında neler söylersiniz?
Dergiye inanmamız gerekir. İnancınızı kaybettiğinizde dergi de kapanır.
Şu an üzerinde çalıştığınız bir proje, ya da okuyucu ile buluşacak bir kitabınız var mı?
İnsan ve gelecek üzerine yazdığım denemeleri toparlıyorum.
Sizin de jüri üyeleri arasında olduğunuz bir proje yürütüyoruz. 100. Yıl Marş Projesi… Bu proje hakkında neler söylemek istersiniz?
Yusuf Has Hacip, edebiyatımızın temel taşlarından olan Kutadgu Bilig adlı eserinde; “Söz kara yere mavi gökten indi; insan kendisine sözü ile değer verdirdi” der. Örf ve âdetimizde, sözü doğru ve güzel demek gerekir. Kur’an’ı Kerim de güzel sözü, meyve yüklü bir ağaca benzetir. Söz, yaradılışın en başında olandır. Mayası şiirle yoğrulmuş, ama içinde dilini kıtadan kıtaya, şiirle taşımış bir millet olarak, hareket ve ritim bizim konuşma, yazma ve okuma eylemlerimizde göze çarpar. Hitabetteki anlam ve coşkuyu parlatan ritim, iş yazmaya geldiğinde dünyanın en güzel hat levhaları, tezhipleri, minyatürleri olarak karşımıza çıkar, aynı ahenk, okuma söz konusu olduğunda, berrak bir ezana, mevlide, ilahiye, şarkıya, şiire dönüşür. Bizim ruhumuzun sanattaki izdüşümleri her daim ritim ve hareket üzerine olmuştur. 29 Ekim 1923'ten, 29 Ekim 2023'e kadar 100 yıllık süreçte, bizlere dedelerimizin emaneti olan memleketimizi, toplumumuzu; refah, güven, huzur ve mutluluk içinde, selametle bugünlere taşıyabilmenin onuru elbette ciddiyet isteyen bir meseledir... Yüz yıllık bir zaman dilimi, dünyanın tarihini düşündüğümüzde ince bir tül kadar kalabilir, lakin bizler yüzlerce yıllık medeni birikimlerin sonucunda bugünleri yaşıyoruz. Geleceğe bırakacağımız mesaj da güzel söz ve güzel hareket üzerinden gelecektir. Çekmeköy Belediye Başkanlığınca düzenlenen, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'nın da desteklediği “100. Yıl Marşı” etkinliğini bu bağlamda tarihi mirasımıza sahip çıkmak olarak değerlendiriyorum.
Sibel Hanım bize ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederiz. Çekmeköy 2023 okuyucularımız için son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Allah memleketimizde huzurla, sağlıkla, iyilikle, afiyetle yaşamayı nasip etsin, bereketli günler dilerim...