Aslında herkesin cevabı bildiği o sembolik sorumuzla başlayalım Ersoy Dede kimdir?
Vatana, millete memlekete hayırlı bir evlat, çocuklarına iyi bir baba, eşine adam gibi bir koca olmaya çalışan bir garip ademoğludur.
Kariyerinizin ilk basamağı radyo. Peki, radyo mu televizyon mu desem gerçekten radyonun yeri ayrı mı?
Aslında radyonun yeri sahiden çok uzun zaman emek verdiğim için ayrı. Yoksa TV ve radyo arasında bir tercih yapacak olsam herhalde radyoyu tercih etmezdim. Bir de benim radyoculuk yaptığım yıllar radyonun dinlendiği ve etkili olduğu yıllardı. Yani biz 90’ların başında falan radyo şöhretiydik. Şimdi streaming platformlar var insanlar moduna göre müzik dinliyor. Radyo biraz etkisini kaybetti. Biraz da televizyonlar falan dönüşüyor da radyoların dönüşmesi zaman alıyor galiba. Ona çalışmak lazım. Bugünün şartlarında 90’ların radyoculuğunun karşılığı yok. Yapan arkadaşlar da kusura bakmasınlar ama boşa kürek çekiyor. Sahiden dinleyiciyi yakalayan programlar, programcılar var. Ama günün koşullarına göre yeniden formatlanması şart.
Pandemi ile aranız nasıl? Karantinada neler yaptınız sizin için de karantina süreci koza mıydı yoksa çoğu insan gibi depresif mi?
Ben zaten genel itibariyle ev seven bir adamım. Her dakika yapacak bir iş buluyorum. Elimde pense/tornavida bozup bozup yapıyorum. Sokağa daha az çıkınca yapacak daha çok şey buluyor insan. Biriktirdiğim birkaç kitap vardı onları erittim. Çok film izledim. Yıllardır ertelediğim filmleri izleme imkânı buldum. Fena gitmedi yani.
Tenis merakı nereden geliyor? Hobi mi yoksa bir gün Rafael Nadal’la korta çıkmak gibi hedefleriniz var mı?
Ben Zonguldak’ta doğdum büyüdüm. İnanması güç ama doğduğum evin önünde büyük bir tenis kulübü vardı. Bugünün çok şöhretli tenisçileri oynardı o yıllarda o kortta. Yani ben gözümü tenise açtım. Spor dalı olarak karşıma neredeyse başka bir seçenek çıkmadı. Bizim kuşak Fenerli (Zonguldak Fener Mahallesi) çocuklar hep tenisçi oldu. Futbola hiç ilgi duymadık biz. Sonra tenisten de sıkıldım zaten. Spor bana çok uzak anlayacağın. Öyle Nadal’la, Federer’le maç yapmak gibi heveslerim yok. Ama denk gelirse sıkı bir Wimbledon finali falan oturur izlerim. Hâlâ izlemekten hoşlanırım.
Başka hangi spor dallarına ilgilisiniz?
Hiçbir spor dalına ilgim yok. Çok tembelim.
Biraz haberciliği gazeteciliği konuşalım mı? Son zamanlarda en çok eleştiri alan meslekler/sektör gazetecilik/habercilik/televizyonculuk ne diyorsunuz bu duruma?
Aslında gazeteciler kimseye yaranamazlar ki böyle olması da iyidir. Herkesin sevdiği gazeteci bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapıyor demektir. Ama yine çok yanlış anlaşılan bir durum var. Taraf olma durumu. Misal bana da ‘çok taraflısın’ diyorlar. Bahsettikleri evrensel gazetecilik tarafsızlığı. Ama bizim kodlarımız buna uygun değil ki. Mesela bir PKK terör örgütü saldırısında şehit olmuş askerin haberini, tarafsız dille nasıl yazacağız? “Ayrılıkçı Kürt gerilla hareketi bir TC askerini öldürdü…” mü diyeceğiz? Hadi oradan. Beni dilim dilim doğrasan böyle metin yazdırtamazsın. Politik olarak da hepimizin bir görüşü var. Yokmuş gibi davranamayız ki! Yani bir algı oluşturuluyor. Sanki hükümetin politikalarını anlatan yazarlar tarafmış da, CHP yanlısı yayın yapan gazeteciler hep objektifmiş gibi. Değil aslında. Yalan söylemeyelim yeter.
Son dönemde birçok gazeteci, köşe yazarı YouTube kanallarına yoğunlaşmaya başladı. Habercilik farklı bir yere mi gidiyor?
Elbette bugün YouTube olarak bildiğimiz bir mecra girdi gündemimize. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Ama konvansiyonel medyanın cenazesi kalkmak üzere. Her gazeteci eğer mesleğine devam etmek istiyorsa bunu nasıl yapabileceğini öğrenmek zorunda. İnsanları gazete okumuyorlar TV’de haber izlemiyorlar diye suçlayamayız. Nereye gidiyorlarsa ona çalışmamız lazım.
Sosyal medyanın iletişime ve gazeteciliğe getirdiği yeniliği sosyal değişim ekseninde nasıl değerlendirirsiniz?
Sadece sosyal medya gibi değil. Etkileşim kurduğunuz, kurabildiğiniz her mecra medyanın bir parçasıdır. Telegram kanalları mesela. Mantık olarak WhatsApp gruplarından farkı yok neredeyse. Ama inanılmaz bir habercilik yapılıyor oralarda. Gerilla tarzı habercilik. Kuralsız. Ben tüm kanalların biri diğerinden daha değersiz demeden işin içine katılması gerektiğini düşünenlerdenim. Bizim için önemli olan iletinin kaynaktan hedefe ulaşmasıdır. Bunu yaparken kullanılabilen her yolun komplekssiz bir biçimde kullanılması gerektiğini düşünürüm.
Peki, köşe yazarlığı da yapıyorsunuz? Yazmak nasıl bir duygu? Haberi sunmak mı güzel yoksa köşe yazarlığı mı?
Köşe yazarlığı aslında içinde salt ukalaca bir yorum değil de haber barındırırsa çok keyifli. Biz aslında fıkra yazarlarıyız. Bizden beklenen de güncel politik meseleleri irdelememiz. Ama okuyucu açısından içinde yeni bir haber olan yazılar daha makbul. Geri dönüşleri de daha keyifli. Ben yazılarımda arkeolojik kazılara da yer veriyorum zaman zaman. O zaman daha çok dikkat çekiyor.
Yazmak için ya da TV’ye taşımak için binlerce haber ve olay arasından seçimler yapıyorsunuz. Konularınızı seçerken nelere dikkat edersiniz? Seçimlerinizin sizi farklı kıldığına inanır mısınız?
Slogan olarak “Duymak değil bilmek istedikleriniz” derken aslında bunu kastediyordum ben de. Ekmek aldığım fırını düşünüyorum, otobüs şoförünü, emekli alt kat komşumuzu, öğretmen bir aile büyüğümü, kendi rahmetli annemi düşünüyorum, çocuklarımı düşünüyorum… Neyi almak isterler ‘ana haber’den mesela. Ben mi onlara bir şey dayatmalıyım yoksa ihtiyacı olanları mı vermeliyim. Bunu düşünüyorum seçimimi yaparken.
Peki, TRT diyelim. Mesleğe ilk başladığınızda hayalleriniz hedefleriniz arasında var mıydı? Nasıl bir duygu TRT 1 ekranlarında her gün insanların evine misafir olmak?
Kabul etmek lazım ki bizim meslekte gelinebilecek en önemli yerlerden biridir TRT 1 Anchormanliği. Diğer bütün kategorilerin dışındadır. Büyük bir emanettir size teslim edilen. Hakkıyla sürdürüp lekelemeden teslim etmeniz gereken bir emanet. Ağır bir sorumluluk. Elbette mesleğe adım attığım ilk günden beri hayalini kurduğum bir işi yapıyorum. Rabbim mahcup etmeden layıkıyla görevimi tamamladığım günü göstersin. Ömrümün sonuna kadar TRT 1 Anchorman’i olarak kalmak gibi bir isteğim yok. Günün birinde kendimi tekrar etmeye başlarsam, artık bekleneni veremez olursam, tükenirsem bunu benden çok daha iyi yapacak bir meslektaşıma bayrağı devretmek üzere aldım görevi. Walter Cronkite’ı tanır mısınız? CBS Evening News'ı 19 sene sundu. Ve her dönem kamuoyu araştırmalarında “Amerika'daki en güvenilir adam” seçildi. Bu güveni kaybettiğiniz gün ceketini giyip gitmelisiniz. Bugün bana karşı bazı kesimlerde bir önyargı varsa (ki var biliyorum) önce bunu kırıp, Ersoy Dede’yi daha doğru tanımalarını sağlayıp, herkesin “Eğer Ersoy Dede söylüyorsa doğrudur” dediği bir güven ortamı oluşturmak ve bunu tahkim etmek isterim. Sonrası daha kolay olur gibi geliyor bana.
Covid-19 virüsünün dünyayı esir aldığı bir dönemde Türkiye’nin virüsle olan mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye ilk günden beri hem devlet hem vatandaşlar açısından değerlendirmek gerekirse çok çok iyi bir sınav veriyor. Bize bazen fazla gibi görünen ihlaller ya da aşı karşıtlığı, maske karşıtlığı gibi anarşist çıkışlar aslında pek çok ülkeye kıyasla daha marjinal seviyede. Devletimizin bu konudaki refleksleri de çok iyi çalıştı. Dünyadaki hiçbir ülkeyle karşılaştırılamayacak bir başarı elde ettiğimizi söyleyebilirim.
Covid-19 salgın sürecinde bir gazeteci olarak, toplumun sosyolojik değişimini nasıl yorumluyorsunuz? Bu kapsamda “yeni normal” kavramı sizin için ne anlam ifade ediyor?
Gereklilikler bizi yeni alışkanlıklara itti. Aslında belli noktalarda iyi de oldu. Misal el yıkama alışkanlıklarımız iyi yönde değişti. Eskiden ‘takıntılı’ dediğimiz insanların el yıkama davranışları artık yeni normalimiz. Mesela biz Akdenizli insanlar olarak tanıştığımıza bile sarılarak memnun olurduk. Herkes birbirini öper dururdu. Artık bu konuda seçici olduğumuz için kimse bizi suçlamıyor. Bu günler geçtiğinde “iyi ki olmuş” diyebileceğimiz alışkanlıklarımız kalacak galiba bizde.
Ersoy Dede, genç gazetecilere ne önerir? Ne okusunlar, kendilerini mesleki olarak geliştirmek için nasıl yol izlesinler?
Bir defa özgün bir tarz geliştirmeliler. Yeni bir söz söyleme kaygısı gütmeliler. Perdenin arkasını görmeye çalışmalılar. Ama asıl ve asıl önemlisi merak etmeliler. Hem de normal sıradan insanların merak etmediği şeyleri. Kızıl gökyüzü altındaki “Kız Kulesi” fotoğrafına bakarken sabaha karşı mı akşamüstü mü çekilmiş onu merak etmeliler. Çekilen Kız Kulesi kadar çekenin nerede durduğunu mesela. Kız Kulesinden fotoğrafçıya bakacak olsa neler görebileceğini merak etmeliler. Herkesin merak ettiğinin dışında şeyler yani.
Yerel yönetimlerin kültür ve sanata katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özellikle yerel idarelerin alternatif etkinliklerle vatandaşı kültürel-sanatsal etkinliklerle buluşturması çok faydalı. İki boyutu var bu meselenin. Birincisi halka sanat götürebilmek. Ama ikinci ve daha da önemli kısmı ise, o halkın içinden, ne yapacağını bilmeyen yetenekli insanları fark edip kazandırmak. Burada belediyelere bu anlamda büyük görev ve sorumluluk düşüyor.
Sizce Korona sonrasında siyaset, ekonomi, teknoloji, sağlık, tarım vb. alanlarda dünyayı neler bekliyor?
Bir defa 1 buçuk yıllık büyük bir kayıp var dünyada. Çarkların durduğu sistemin tıkandığı. Pek çok konuda her şeye baştan başlanması gerekebilir. Bu sürecin bize öğrettiği çalışma ve üretim gibi konularda yeni metotlar ise post korona döneminde ekonomik fayda sağlayabilir. Mesela pek çok işin artık evden de yapılabildiğini öğrendik. Önümüzdeki dönemde bu avantaja dönüştürülebilir.
Son olarak Çekmeköy 2023 Dergisi okurlarına neler söylemek istersiniz?
Çekmeköy 2023 beğeniyle takip ettiğim bir dergi. Bazı belediye dergileri var sadece başkanın icraatlarını programını yazar. Kimse de alıp okumaz. Çekmeköy 2023 öyle değil. Sahiden her sayısından istifade ettiğimiz önemli bir kaynak. Arşivlik işler yapıyorsunuz. Hedef kitle olarak Çekmeköy 2023 okurları çok şanslı. Artık böyle bir dergi kalmadı. Başarılarınızın devamını dilerim.